Ayla Pakyüz
Başıma kasketimi taktım, ekmek aldım fırından. Dün gece aç yattım, midemde ölçüsüz, tarifsiz bir hamur yoğurdum. Şiir yazdım, brendi içtim. Geceyi eskittim, sabahı bekledim, sabah oldu. Bir yokuştan sahile indim, fırından sıcak ekmek aldım, martıları gördüm.
Yokuştan inmeliydim sahile. Rüzgar beni uçurmalıydı denize. Denize dolanıp dalga olmalıydım. Dalgamın damlaları yağmurla ılınıp, kentin kramplarıyla alay eden martılara katılmalı, kahkaha atmalıydım ben de. Gülerek ölmeliydim, damlayıp yeryüzüne ağlamadan önce.
Ölmeden yaşayamazdım...
Bir yokuştan ineceğim sahile
rüzgar itiyor beni elleriyle
yağmur olsaydı şimdi ters dönerdi şemsiyeler
ağlardı bayraklar tek tek
özgürlük yalanıyla rengarenk
gözlerim ılık soluklarla doyar
doyunca renkleri boyar
doyasıya görürdüm denizin mavisini
ben olsaydım bir kedi
bugün taş duvarların ayaklarında birikmiş lodos tanecikleri
şato çatılarında dönen ıslıklar gibi kulelerde uğultular
köpekler kavuşur birbirine
gökte suyu süzülmüş bir resim var
ekrular ekrular...
Kimsenin bilmediği bir yerde kırmızı
bileği taşına taşan
kesilen bilek kanı...
Taş satıhlı vadideyim, asfalt adı
karşı kaldırımda olmalı hüznümün doğası
yolun ortasındayım adımla
adım yok
Rüzgar itiyor beni elleriyle
Durakalmak mı bunun adı?
Yeniden ele alınmalı işaret levhaları !
Adım yok.
Yürüyemiyorum...
Zaten lodos bunun içindi...
Gökte suyu kurumuş bir resim var
Hüznümün doğası el sallıyor
İtiyor rüzgar beni elleriyle
İtiyor rüzgar beni elleriyle
İtiyor...
Çağcıl tekerlekliler geliyor !
Geriye itildim yoldan
sevilen anları geriye sardım
zamanın sarmalından
( A d ı m ı u n u t t u m ! )
arkamdaki dış duvarın altında
ölmüş müydün sen
sokak lambası ışığının aşırı dozundan?
Öldüğüme sevinmem zaten senin içindi...
1995 İstanbul